top of page

" ... Kuyumcular çarşısında çıt yok. Herkes onu daha iyi görebilmek, sesini duyabilmek için adeta nefes almadan duruyor, bekliyor. Yalnız Selahaddin ustanın altın varak yapılan dükkanından tatlı, ahenkli çekiç sesleri geliyor: Tik-tak, tik-tak. Çekiçlerin varakları dövmesinden çıkan bu seste o zamana kadar kimsenin farkedemediÄŸi bir mûsikî var sanki, Mevlânâ bu mûsikîyi iyice duymak, içine sindirebilmek için duruyor. Nefes almıyor gibi. Zaman da duruyor, sanki o da nefes almıyor.

 

Meyvenin oluÅŸ anı, canın oluÅŸ anı, kainatın oluÅŸ anı gibi bir an, bir küçük an. Demek ki zaman gelmiÅŸ. Mevlânâ`nın bünyesinde yeni bir oluÅŸ o anda devrini tamamlamış, bütünleÅŸmiÅŸ. Çünkü bir anda hissedıyor ki, ruhundaki keder, o sonsuz bekleyiÅŸ, o bitmez tükenmez hasret sevince dönmüÅŸtür. Bir bilinmez vuslatın içinde, bir belli hasretten kurtuluÅŸ gibidir. Bir yenilik, bir yeni düzen, bir yeni baÅŸlangıç, bir yeni bütünleÅŸme! Birden Mevlânâ 'Hay!'diye inanılmaz bir nara atıyor ve sema'a baÅŸlıyor. Ama ne sema! Konya Konya olalı böylesini görmedi.

 

Kâinat nizamı, bu nizam içinde güneÅŸ sistemi, uydular, peykler, bir bir sanki yere iniyor, sırlarını açıklıyor. Aslında Mevlânâ için bütün bunların sırlı bir tarafı da yok. iÅŸte 'Åžems' ortada. Her ÅŸeyin merkezi olarak tıpkı güneÅŸ gibi duruyor. Åžems zaten güneÅŸin adı deÄŸil mi? Celâleddin bu güneÅŸin takât getirilmez çekimine tutulmuÅŸ, aşık ve hayran onun etrafında dönüyor. Bu dönüÅŸ, sema, kâinatın büyük musîkisinin büyük ahenginin bir ifadesi!"

 

Mevlevîlikte sema'ın kabulü, Nezihe Araz'ın da yorumladığı bu olayla izah edilir. Buna göre Mevlânâ Celâleddin, can dostu, sevgili mürÅŸidi Åžems-i Tebrizî`nin ölümünden sonra ilk kez sema'a böyle baÅŸlamıştır. Sema ve sima; iÅŸitmek, güzel ve iyi ÅŸöhreti, anılmayı duymak anlamlarına gelir. Terim olarak musîki naÄŸmelerini dinlemeye, dinlerken vecde gelip harekette bulunmaya, kendinden geçmeye, dönmeye denmiÅŸtir.


 

'Tasavvufta sema demek musikî demek deÄŸildir. Ondan çok daha kapsamlı bir ÅŸeydir. Sema demek kulak vasıtası ile iÅŸitilen bütün sesler demektir. Hatta tasavvufta sesle hiç ilgisi bulunmayan manevî hakikatler, sırlar, hikmetler ve müÅŸahedeler de birer musikîdir. Daha da ileri .giderek -tasavvufta sessizlik de bir musîkidir- diyebiliriz.'

 

Mevlânâ'`nın hakkında 'aşıklar cânının istirahatidir. Canın cânı olan, yani manevî hayatı kazanan bunun sırrına eriÅŸebilir' buyurduÄŸu sema'da dönme esnasında semazenin saÄŸ elinin avucu göÄŸe doÄŸru açık, sol elinin ayası ise yere dönüktür. Bunun anlamı; saÄŸ elin gökyüzünden aldığı feyzi, sol elin yeryüzüne, insanlığa vermesidir. Semazenin dönüÅŸü hem kendi etrafında, hem de sema edilen yerin etrafında daire oluÅŸturacak ÅŸekildedir. Bu dönüÅŸün dünyanın güneÅŸ etrafında dönmesine benzediÄŸi, hatta bu dönmenin kökeninin ÅŸamanlık döneminde olduÄŸu, Åžamanizm'de güneÅŸ kutsal sayıldığından, yıldızların güneÅŸ etrafında dönmesini temsilen aynen Mevlevi sema'ına benzeyen bir devranın mevcut bulunduÄŸu söylenir. Hatta Tufan harabelerinde bulunan bir freskten anlaşıldığına göre bunların baÅŸlarındaki külahlar ve kıyafetleri de tamamen Mevlevîlerinkine benzemektedir.

bottom of page