top of page

Gülçin Anıl’da temel plastik kaygıların araÅŸtırıldığı ve uzam baÄŸlamında çözünürlüÄŸü gayret edildiÄŸi 1986 tarihinden günümüze kadar süregelen geliÅŸim içerisinde tema edindiÄŸi biçimleniÅŸler otobiyografik bir serüvenin kısmen görünür kılınan ayrıntıları arasından seçilmiÅŸtir...

Yalnız öncelikle peÅŸin peÅŸin kabul etmek gerekir ki Anıl’ın görünür kıldığı “Ben” merkezli bir senaryonun sürekli aynı repliÄŸi tekrarlayan bölümleri ile ilintili deÄŸildir... Aynı ÅŸekilde onun bir öykü anlatıcısı olduÄŸunu da iddia edemeyiz... Onunkisi daha çok kendi konumu ile ilgili bir dizgenin satırları arasında dolanırken, izleyicisi ile aynı frekansta buluÅŸabilecek, görünümleri yakalama becerisidir... GeçmiÅŸ, bir tuval uzaklığı yakın olabilmekle beraber, yaÅŸanmışlıktan çekip alınacak her sahne egoyu tatmin ettiÄŸi ettiÄŸi ölçüde izleyicisine de bir haz kazandırmalıdır...

Gerçi, Anıl bilinçli olarak ÅŸekillendirdiÄŸini beÄŸendirme kaygısı ile tuval karşısına geçmez... Ama ürettiÄŸinin izleyicisi ile buluÅŸabilecek içerikte olduÄŸunun da fazlası ile farkındadır... Bu yüzden de lodostan kaçıp limana sığınmaya çalışan yelkenliler, bağırtılar arasında uçuÅŸan martılar, ya da dejenere olmamış iliÅŸkilerin yaÅŸandığı parti görünümleri karşısında izleyici ile arasında oluÅŸacak ortak beÄŸeni duygusunu engelleyemez... Zaten engellemek de istemez...

Tema baÄŸlamında yaÅŸantı içeriÄŸinin tuvale aktarımı öncelikle ciddi bir sahicilik ve inandırıcılık gerektirir... GeçmiÅŸ veya ÅŸimdiki anı görünür kılmanın öncelikli ÅŸartı, bu iki kriterin, saÄŸlamlığına baÄŸlıdır... Çünkü baÅŸlangıçta, kolay geliÅŸebilecek bir otobiyografi bir süre sonra kısır bir komediye de dönüÅŸebilir... Hatta uydurma senaryolarla bu geliÅŸim, birkaç adım daha öteye de götürülebilir... Ama tüm giriÅŸimler her zaman için çizilen çerçevenin boyutları ile sınırlı kalacaktır... Sanatçı açısından bu yönelim ister istemez bir süre sonra baÅŸkalarının yaÅŸanmışlıklarına öykünerek sahteciliÄŸe ve dolayısı ile dipsiz bir tıkanmaya sebebiyet verecektir... SahiciliÄŸin sanatçı açısından bir diÄŸer önemli noktası ise, geçmiÅŸteki acılara karşı bir direnç noktası oluÅŸturmasıdır... Sonuçta, tuval mekanı, üreticisinin özerk faaliyet alanıdır... Ve buradaki her türlü aksiyon uygulayıcının kontrolü altındadır... Bu yüzden de tuval yüzeyi ister geçmiÅŸle bir hesaplaÅŸma badiresi, ister geçmiÅŸe karşı nostaljik bir bakış ve hatta isterse bir günah çıkartma mabedi olsun...

Her zaman bir sanatçıya kendisi ile serbest bir hesaplaÅŸma olanağı saÄŸlayacaktır... Ya da tıpkı Gülçin Anıl’da olduÄŸu gibi geçmiÅŸe doÄŸru yapılan nostaljik bir yolculuÄŸun tüm güzelliÄŸini ve samimiyetini ortaya serecektir...

Gülçin Anıl’ın 1986-87 tarihlerine rastlayan ilk iÅŸlerinde geçmiÅŸ veya o anki yaÅŸam koÅŸullarına iliÅŸkin, direkt yansımalar bulunmakla beraber, her zaman tercih edilecek olan, bir imgenin varlığı dikkatimizi çeker... Bu, tüm enginliÄŸi ve canlılığıyla “Deniz”dir... Anıl’ın bu tarihlerden sonra devam edecek olan, tüm iÅŸleri deniz ve deniz kavramının barındıracağı içeriklerle iliÅŸkilidir...

17 yıl gibi bir süre, Ä°stanbul’un muhtelif sahillerinde demirli bir teknede yaÅŸamını sürdüren bir kiÅŸinin, kendisini sıkılmadan ifade edebileceÄŸi tek imge, deniz ve o an yaÅŸamına giren ayrıntılar bütünü olsa gerek...

Fakat bu tekne macerası günü birlik bir eÄŸlencenin akÅŸam kıyıya baÄŸlı bir mekanda son bulan döngüsü üzerine kurulu deÄŸildir... Aksine kızılca kıyametten dondurucu soÄŸuÄŸa kadar Anıl’ın tüm yaÅŸamı, metrekaresi belli, yeri geldiÄŸinde bir hücre olabilen bu mekanda geçmiÅŸtir... Bu açılımla sanatçının “Denizde Kayalar” adlı bu ilk dönem çalışmalarında resim sanatına yeni ısınmanın getirdiÄŸi bir tema yöneliminin haricinde, soyut bir karakter kazanmaya baÅŸlayan deniz imgesinin ilk aÅŸaması ile karşılaşırız... Anıl, alabildiÄŸine sade bir düzenleniÅŸle, kıyıdan denize doÄŸru uzanan kayaların yer aldığı bir tür peysaj görünümüne yönelerek, resminde sahiciliÄŸe ve samimiyete doÄŸru uzanan ilk adımını atmış olur...

Gülçin Anıl, 17 yıl içerisinde bu gönüllü tutsaklığın kendisine kazandırdığı tüm olanak ve dezavantajlarından fazlası ile yararlanmıştır... Nitekim günümüze kadar devam eden, “Yelkenliler Ve Martılar” serilerinde bu özümseyiÅŸin, yansımalarına ve inandırıcılığına tanık olmaktayız...

Kıvrak ve hızlı fırça kullanım tekniÄŸine dayalı bir düzenleniÅŸ arz eden, “Yelkenli” serilerinde dikkat çekici olan nokta, temelde her zaman için bir insan-doÄŸa mücadelesini görünür kılmasıdır... Genellikle çok sayıda teknenin bir arada bulunduÄŸu yer ÅŸüphesiz Ä°stanbul ÅŸehridir... Fırtınalı bir havada lodosla mücadele kaçınılmaz olarak her resme ayrı bir dinamizm kazandırmaktadır... Genellikle tekne gövdeleri ile azgın dalgaların yelkenler ile patlayan gökyüzünün birbirine karışması bilinçli bir stilizasyon mantığı duyumsatır... Aslına bakılırsa Anıl, hatırına kalanı tuvaline aktarmasına raÄŸmen, fırtınalı bir havada limana sağınmak için, acele eden tekne görünümlerinin soyut bir etki yaratacağının farkındadır... Nitekim serinin bazı iÅŸlerinde artık görünümün tamamen soyut bir karakter kazandığı görülür... Hatta öyle ki, bu düzenleniÅŸlerde, teknelerin hafif yan yatan direkleri haricinde görür görmez algılayabileceÄŸimiz, hiçbir parçaya rastlayamayız...

Denizle bütünleÅŸmiÅŸ “Martı” ve “KuÅŸ” serilerinde ise kontrollü bir stilizasyonun yelkenlilere oranla bilinçli olarak bir adım daha öteye götürüldüÄŸünü görüyoruz... Hatta içiçe geçmiÅŸ, tek vücut olmuÅŸ gövdeler neyin dipyüzey veya kompozisyonun devamı ya da formun kendisi olduÄŸunu algılamakta güçlük çekeriz... Kanatlar ve gövdeler birbiri içerisinde kaybolur... Ve nerede ise sadece çırpınan ve devinen bir kütlenin hafifliÄŸi hissedilir...

Kurguyu saÄŸa veya sola çeken bir akışkanlık ve devinim, resmin yönünü belirler... Bir süre sonra ise hareket artık, kompozisyonun kendisini ve çıkış noktasını oluÅŸturur... Sanki kendilerine fırlatılan bir dilim ekmeÄŸin yarattığı tüm kargaÅŸa yanıbaşımızda yaÅŸanmaktadır...

Paralel tarihlerde geliÅŸen “Yelkenliler” ve “Martılar” serilerinin ortak yönelimi spontane oluÅŸumlar olmalarıdır... Anlık bir duyumsayış, bedensel tüm enerjiyi yüzeye aktarmaktadır...

Gülçin Anıl’ın yaÅŸamı ile baÄŸdaÅŸan bu konular etrafında çeÅŸitlenen resim repertuvarı 90’lı yıllarla birlikte kaçınılmaz olarak bir figür problematiÄŸinin görüntüsünde çeÅŸitlenmeye baÅŸlayacaktır... Sanatçı bu tarihlerde aldığı özel atölye eÄŸitiminin getirdiÄŸi disipline dayalı olarak, yeni bir formun hacimselliÄŸi ve uygulanabilirliÄŸi ile karşı karşıyadır... KentleÅŸme, buna baÄŸlı dramatik yaÅŸantılar ağında süregelen insan iliÅŸkilerini kendisine konu edinen Anıl, kimliksiz karakterlerin yer aldığı figür kompozisyonları üretmeye baÅŸlar... Sanatçıya göre yeni çalışmaları da kendi yaÅŸamı ile baÄŸlantılı olmalıdır... Ve o da resmine girmeye çalışan, plastik sorunsalı yaÅŸamına adapte eder... EleÅŸtiriden ziyade içinde yer almaktan memnun olunan bu romantik ortam Anıl’ın, gençliÄŸine iliÅŸkin hatıralarının dökümünü sunmaktadır... Onun için de bu kompozisyonlar henüz yozlaÅŸmamış bir dönemin yansımalarıdır...

Yalnız olayların geçtiÄŸi mekanlar konusunda, net birÅŸeyler söylemek eldeki verilere göre pek mümkün görünmüyor... Nitekim serinin ilerleyen iÅŸlerinde artık sadece silüet haline dönüÅŸen, figürlerin yer aldığı düzenleniÅŸler bu yöndeki tüm çabalarımızı cevapsız bırakır... Ä°lk örneklerde bir parti ortamının curcunası içerisinde adeta bir leightmotiv ögesi konumuna dönüÅŸen sırtı açık kadın figürlerinin varlığı dikkat çekicidir... Serinin devam eden iÅŸlerinde ise, kadın ve erkek figürlerinin, “Yelkenliler” veya “Martılar” dizelerinde olduÄŸu gibi, hacimsel olarak içiçe geçtiÄŸini, birbirlerinden sadece kontür çizgileri vasıtasıyla ayrıldıkları görülür... Net ve bulanık karşıtlığı türünde bir metodla silüet haline dönüÅŸen yüzleri belirgin olmayan karakterler, bir eleÅŸtiri kaygısının ürünü olmamalarına raÄŸmen, gizli kalması gereken bir takım soru iÅŸaretlerini de gündeme getirirler... Serinin ilerleyen örneklerinde ise teknik anlamda, bir deÄŸiÅŸimin yansımalarına tanık oluruz... Gerçi hızlı ve keskin fırça kullanımının yitirdiÄŸi heyecan yoktur... Ama sıklıkla tekrarlanan tuÅŸeler tüm yüzeye bir tür mekansal derinlik kaygısı kazandırmaktadır... Bununla beraber, astarlı tuval yüzeyinin bir espas iÅŸlevi gördüÄŸü örnekler de serinin ilginç denemeleri arasında görülebilir...

“Natürmort’da Keyif” konulu 6. Geleneksel Tekel Resim Yarışması için hazırlanan 1994 tarihli diÄŸer bir çalışma ise, bu serinin en karakteristik ve ayırt edici çalışmalarından biri olarak karşımıza çıkar... Kompozisyonun ilginçliÄŸi bu tarihe kadar ön ve arka plan iliÅŸkisine öncelikli olarak gündeme getirmeyen, daha doÄŸrusu özerk bir yapıda ele almayan Anıl’ın uzamın ön kısmına enlemesine bir natürmort kurgusu yerleÅŸtirmesidir... Resme ilk baÅŸladığı günden itibaren, klasik anlamda bir natürmort düzenleniÅŸine raÄŸbet etmeyen sanatçı bu tür bir uygulamayla kendisine yeni bir yönelim çizgisi tesbit etmiÅŸ olur... Fakat her nedense bu yönelimin varyasyonları üzerinde derinleÅŸmeyi uygun görmez... Belki de Anıl’ın bu düzenleniÅŸi, ileride yararlanmak üzere hafıza bahçesine sabitlenmiÅŸtir... Sonuçta Gülçin Anıl’ın figür gruplarıyla olan bu yoÄŸun iliÅŸkisi dönem dönem tazelenen tema arayışlarıyla çeÅŸitlenmektedir... Fakat her ne olursa olsun, bu tür tematik açılımlar, her zaman için Anıl’ın yaÅŸama olan baÄŸlılığını ve baÄŸlılığın tuval yüzeyindeki çözünürlüÄŸünü ortaya koyacaktır...

bottom of page